...ve zamane genci yazmaya başlar.
Create your own banner at mybannermaker.com!

20 Ekim 2012 Cumartesi

Geçen kış nasıl geçmiş?

Kış geldi! Şimdi bir yığın dergiyi kucaklayıp ayakları kalorifer peteklerine sokma vakti... 

Not düşümü: Yeni "Kışı sevme çabalarım..." yazımı yazmadan önce geçen yıl yazmış olduğum yazıyı hatırlatmakta fayda olduğunu düşündüm. Sanırım bu "kış yazılarım" git gide gelenekselleşiyor.

Tamam, ben yaz delisi biriyim.
Herkes sıcaklardan kaçarken, ben sıcak için ölüyorum.
Öyle ki yazın bile banyomu kaynar sıcaklıktaki suyla yapmaktan hoşlanıyorum (Bu noktada, "Huyun kurusun senin, Mert!"lerinizi duyar gibi olduğumu saklamayacağım).
Kumların çocuğuyum, denizin efendisiyim, güneşle kardeşim...
Evet, bunların hepsi beni tanıyanların çok iyi bildiği şeyler. Hani bir gün olur da iki arkadaşın katıldığı bir yarışma programında sunucu beni kastederek, "Onun en belirgin özelliği nedir?" diye soracak olursa bilin ki cevabı, "Sıcağı sevmesi"dir.
Ama artık yaz geride kaldı ve kış sezonu boyunca yaz geride kaldı diye ağlamaya ne gücüm, ne de zamanım var. Evet, bir sonraki yaza daha çoook var ve o süre içinde kışla iyi geçinmem gerekecek. Eee, kış da bir şekilde geçecek ama değil mi? İşte tam bu noktada devreye, "Kışı sevme çabalarım" başlıklı yazım giriyor, sevgili dostlar! Eğer siz de benim gibi "Yazcı" iseniz, düşün peşime...
Şimdi başlığı buldum bulmasına da, içini neyle dolduracağım? Kışın neresini anlatacağım? Eğer yaz mevsimini anlatacak olsaydım yazacak o kadar çok şeyim olurdu ki... Camı, pencereyi sonuna kadar açıp odamın içini günışığıyla doldurmaktan bahsederdim mesela. Balkonda çay içerken denizden gelen tatlı rüzgara karşı dergi/kitap okumaktan... Sonra dışarı çıkardım. Yazın -biraz da abartılı bir ifadeyle- sadece uyumak için evlerimize uğramıyor muyuz zaten? Gerisinde hep dışarıdayız. Nerede olursak... Tatil yerlerinde isek eğer, kumsallar mesela... Denizin derinliklerine dalıp diğer canlı dostlarımın dünyasını ziyarete gidiyordum. Kendimi güneşin, kumun ve iskele tahtasının (O alıştığım ıslak ahşap kokusu, ah, bir yıl sonra tekrar kavuşacağız!) sıcaklığına teslim ediyordum. Gün doğumu, gün batımı derken bisiklet turlarını da unutmamak gerekir. Keşfedilmemiş her yeri keşfetmek, haritalarda bile olmayan yerleri bulup çıkarmak... Bu anlattıklarım yazın Marmaris'te olduğum zamanlarında gerçekleştirdiklerim tabii; ama yaz her yerde, her zaman güzel değil midir zaten?
Yaz bitti, kışı da bir şekilde geçirmek lazım dedim ama, şimdi kışın nesini övsem bilmem ki? Başka zamanlarda seninle selamlaşmaktan aciz olan "çıkarcı tanıdığın", ağır grip hallerindeyken yanına gelip aksırıp tıksırırken -başka bir deyişle üstüne adeta kusarken- ne yapabilirsin ki? Derinlerden gelen incecik bir boğaz ağrısı, birkaç gün içinde seni de o insandan kaptığın griple baş başa bırakır. Davul gibi şişen bademciklerine mi yanacaksın, dakika başı hapşırmana mı, yoksa sümüklerinin en olmadık anlarda akmasına mı? Ses tellerinin akordu bozuk bir müzik aleti gibi çıkmasını da unutmamak gerekir tabii. Hele o geceler yok mu, gündüzleri bir türlü gelmeyen... Uyandığındaysa; elveda açık burunlar, merhaba tıkalı delikler!
Bunlar insanın kendisiyle ilgili olan "kış sorunları" tabii... Gripli, nezleli, kızarmış burunlu bir şekilde gündelik işlerinize devam etmek zorunda olurken kışın başka acı gerçekleri de hiç geçmeden bulur sizi. Örneğin çöpünüzü kapıya koymak için açtığınız kapıdan evin içine dolan soğuk dalgası... Bırrr, en küçük yapınıza kadar titreyiverirsiniz! Peki ya kaçıncı katta oturduğunu bilmediğiniz yaşlı teyzenin merdivenlerden aşağıya doğru apartman görevlisine seslenmesinden daha esrarengiz bir olay var mıdır şu hayatta? Bence yoktur! Yahu sevgili tezyeciğim, megafon -ya da neyse işte, anladınız siz onu- denen, görevliyle iletişim kurmanı sağlayan bir icat var evinde. Kendine de, seni duyup duymadığı meçhul olan kişiye de, bize de bu işkenceyi çektirmene ne gerek var?
Ah, bir şey daha vardır ki işte bunu kiminiz ya yaşamışsınızdır ya da yaşayacaksınızdır! Okul servisinin -duruma göre dolmuş da olabilir bu- gelmesini beklerken aniden bastırıveren yağmur sizi hazırlıksız yakaladığında geçen beş dakikacık bile olsa sizdeki etkileri çok ama çok daha fazladır. Sevgili servisçi amca size tekerleği patladığı için geç kaldığını söylediğinde ağzınız adeta gizli bir güç tarafından kilitleniverir. Bağırıp çağırmak istersiniz, ama konuşamazsınız. Servis her an gelebilir diye evinize şemsiye/yağmurluk almaya çıkamadığınıza mı yanacaksınız, yoksa yine geldi gelecek düşüncesiyle size korna çalıp önünüzden geçip gitmelerine izin verdiğiniz dolmuşlara mı? Gerçekten kötü bir durum, yaşamayan bilemez...
Güne kasvetli bir gökyüzüne bakarak başlamanız, hani sanki hâlâ geceymiş gibi kapalı olan berbat bir havayla uyanmanız, kümeleşen ve patlak vermesi beklenen bulut kümeleri, içinizde kendiliğinden oluşan agresiflik duygusu... Yazın öyle miydi halbuki? Güneş adeta yatağınıza doğardı. Ah bu kış yok mu, hele yazdan çok daha uzun sürmüyor mu, benim gibi bir "Yazcı" için ne de iç karartıcı bir hadise bir bilseniz!
Ben şimdi böyle yazıyorum ama, aslında olumlu da bakıyorum kışa. Yaşlı komşu teyzemin esrarengiz sesi de, aniden saldırıya geçen yağmurda yarım saat ıslanmak da bir zevk aslında. Sokaklarda mısırcıların yerlerini kestanecilere bırakmaları, bir zevk. Her köşe başını döndüğümde, bir önceki kestaneciden almadığım kestaneyi burada bulabilmenin umudu, bir zevk. Kestanenin kokusu, o kese kağıdının hışırtısı ve kestaneci abimizin sislerin arkasındaymış gibi görünmesine neden olan o sıcak dumanlar... Hepsi birer zevk aslında.
Akşamları sokaklar çoğunlukla boşken, bir an önce evine yetişme derdinde olan insanların koşuşturmalarıyla doluyken şehirdeki etkinliklerin yapıldığı binaların çok farklı bir dünya ortamı yaratması... Dışarıda yağmur/kar yağarken o binalarda insanların kahkahaları, sehpalardaki kanepelerin kürdanları, tanıdıkların karşılaşması ya da tam tersi birbirlerinden kaçması... Bu da bir zevk.
Battaniyenin altında film izleme keyfi, ayaklarını kalorifer peteklerine sokarak uyumanın hazzı... Hey! Her şey bu kadar da pembe değil elbette! Ders kitapları, ödevler, sınavlar, bloglar, zaman sıkıntısı yüzünden yarıda kalmış ama yazılmayı bekleyen kitaplar, sabahları erken kalkmalar (ki ben zaten uykucu bir tip değilimdir, ama...), akşamları erken yatmalar...
Kısacası elveda yaz, merhaba kış! Akdeniz akşamları sona ersin, "Karlar düşer, düşer düşer ağlarım"lar başlasın! Hepinize mutlu bir hafta diliyorum, kendinize dikkat edin, hasta olmayın sakın, tamam mı?

Fırt!

1 yorum: