Evet, cidden.
Yaşarken/yaparken farkında olmuyoruz belki, ama kendimize ve
çevremizdekilere dışarıdan, bir üçüncü kişi gözüyle baktığımızda her şey gün
gibi ortada.
E çok normal.
Gayet normal.
Her akşam üç saat televizyon izleyen insanlar olarak
(elbette ki genelleme yapıyorum), toplumumuzun acılı kesimlerindeki insancıkların yaşamlarını sergileyen
karakterler gibi konuşmayacaktık da kim gibi konuşacaktık, pardon? A bir pardon
daha: Diziler zaten bizi anlatmıyor muydu?
Gündelik hayatta karşılaştığımız bazı olaylar karşısında,
dikkat edin, çok ciddiyim; vermeyeceğimiz tepkileri veriyor, etmeyeceğimiz
lafları ediyor, söylemeyeceğimiz sözleri söylüyoruz. Adeta ikinci bir kişiliğe bürünerek, her akşam televizyonda izlediğimiz
o karakterin ağzından konuşuyoruz. Peki ya bunu yaparken farkında oluyor
muyuz? Hiç sanmıyorum.
Bir durum karşısında bir bakıyoruz ki kendi benliğimizi
kaybetmiş, dizideki karakterlerin repliklerini söyler olmuşuz.
Tek eksiğimiz elimizdeki senaryo!
Halimiz tavrımız o karakterlere benziyor, kaşlarımız bile o kendimizi bulduğumuz-kendimizle özdeşleştirdiğimiz karakterlere göre çatılıyor. Güleceksek onlar gibi gülüyor, ağlayacaksak onlar
gibi ağlıyoruz. Ha ağlamayacaksak bile, izlediğimiz dizideki karakter tıpkı
bizim içinde bulunduğumuz duruma benzer bir durumda göz yaşlarını boşalttığı
için biz de başlıyoruz ağlamaya!
Sanki onların gündelik hayattaki temsilcileri haline
geliyoruz.
Belki de ilerleyen yıllarda, hani iletişim çağındayız ya, bu
sorun giderek psikolojik boyutlara ulaşacak. Ya da belki de şu anda da
ulaşmıştır; ama toplumun geneli bu dertten muzdarip olunca bu konu psikolojinin inceleme
alanına girecek, psikologlara daha çok gidilecektir.
Bu bahsettiğim belki de bir korku ütopyası...
Ama ne olursa olsun kendimizi bundan sakınmamız, ne söylediğimize/söyleyeceğimize feci halde dikkat
etmemiz gerekiyor.
Yoksa sonumuz pek hayırlı değil, benden söylemesi.
:)
YanıtlaSil