Turumuza Marmaris’ten başlıyoruz... Bu cennet, manzarasıyla hiçbir yeri aratmıyor. Deniziyse zaten kendini kanıtlamış. Ne de olsa Ege’nin gözde tatil yerlerinden birinde bulunuyoruz...
Marmaris'teki koylardan birindeki yerleşim yerinde, akşam turundayız. Sokaklar o kadar canlı ve kalabalık ki... İnsanın şehir hayatını geride bırakıp bu küçük kasabaya yerleşesi geliyor. Ama tabii ki yaz ayında olduğumuz için her yer böyle renkli. Deniz manzarasıysa İstanbul'u aratmıyor. Zaten ben "Küçük İstanbul" diyorum buraya. İçimden mutluluk fışkırıyor.
Marmaris'ten bir saat uzaklıkta olan Muğla'ya gelmiş bulunmaktayız... Herhangi bir köyde, kırk derece gündüz sıcağının altında, bir taş köprünün üstündeyiz. Köprü var ama altından akan bir su yok. Kurak bitkilerle idare ediyoruz.
Bu küçük kertenkele sevimli olduğu kadar haylaz da! Büyüleyici renkleri (kuyruğu mavi, gövdesine doğru turkuaz ve başı da yeşil; olağanüstü!) olduğundan mutlaka fotoğrafını çekmem gerekiyordu ama kayaların arasına bir girip bir çıkıyordu. Kazanan taraf kim oldu dersiniz?
Muğla'nın köylerindeki "Belen Kahvesi"ndeyiz... Burası, meşhur "Ormancı" türküsüne konu olan olayın yaşandığı yer. Gördüğünüz tabelalarda yazan öyküyü okuyor, kahvede çalan türküleri dinliyoruz. Olayı yaşıyor gibi oluyoruz, içimizden ürperti geçiyor. Aslında bilinen bir türkü bu: "Aman ormancı yaktın ormancı / Köyümüze bıraktın yoktan bir acı"...
Bir zamanlar olayın yaşandığı "Belen Kahvesi"nde olayı yaşayan kahramanların maketleri canlıymışçasına ziyaretçileri bekliyor. Öylesine gerçekçiler ki... Mekanın atmosferine karşı koyamıyoruz. Tüylerimiz diken diken oluyor. Öyküyü merak edenler sizlere verdiğim türkü dizeleriyle veya anahtar kelimelerle (Belen Kahvesi, Ormancı, Muğla...) araştırma yapabilirler. Biraz uzun olduğundan hüzün dolu bu öyküye yer veremiyoruz...
"Belen Kahvesi”ne geliriz de kahve içmeden gider miyiz? Güneş ortalığı kasıp kavururken bulduğumuz gölge masalara oturup kahvelerimizi yudumluyoruz. Kahveler, sapı olmayan fincanlarda sunuluyor. Yöreye özgü bu fincanlar dekoratif görünümleriyle şık ve sevimli duruyor.
Ben yerimi buldum! Bu köşede farklı bir doku var... Bir poz kaçınılmaz! İstediğim açıları belirliyorum. Gerisini babamın ustalığına bırakıyorum.
Yükseklerden biraz daha aşağılara iniyoruz. “Dürüye’nin Güğümleri” dizisinin çekildiği yerlerde dolaşıyoruz. Bu asırlık ağaç muhteşem bir lokantanın tam ortasında bulunuyor. Söylenene göre altından üç kere geçip dilek tutunca tuttuğunuz dilek gerçekleşiyor. İnanmıyoruz elbette, ama gelmişken kaçırmak istemiyoruz...
Şimdi şehir turuna çıktık... Köyleri, dağları, tepeleri yüksekte bırakıp sevimli Muğla'nın merkezine iniyoruz.
Halıcılar, kilimciler, kahveciler, bakırcılar... Ara sokaklardan geçerken esnafın fotoğrafını çekmek için makinemi çıkarıyorum.
Şehir turumuz devam ederken Muğla Kültür Evi'ni de geziyoruz. Yöresel kıyafetlerin de olduğu, eski eşyalarıyla bir Muğla evi karşılıyor bizi... Ben Muğla’ya uzaklardan gelen biri olarak burayı çok sevdim. Gençlerle yaşlıların ortak buluşma noktası olan “yaşanılacak” bir şehir. Nostaljik sokakları, dev ağaçları, samimi köylüleriyle dizi çekmek için de doğru bir seçim. Kültür Evi’nin ziyaretçi defterine düşüncelerimi yazıyorum.
Şimdi harika bir yere, Muğlalıların tabiriyle, Muğla'nın yaylalarında bir restorana akşam yemeğine geliyoruz. Güneşin en tatlı rengi olan kızıl, bütünüyle üstümüze çöktükten sonra yavaş yavaş ortadan kayboluyor. Geldiğimiz yer çimenlerin üzerine kurulmuş masalarıyla gerçekten hoş bir mekan. Bu arada gün içindeki sıcaklıktan eser yok. Geldiğimiz yerin yüksekte olması, Muğla'nın akşam soğuğuyla birleşince gün içindeki kırk derece sıcaklık yirmi dereceye düşüyor. Muğla, Bodrum'a - Marmaris'e benzemez. Gündüzleri sıcak olur ama geceleri de buz gibidir. Arka masamızda bir çocuğun battaniyeye sarındığını görüyorum.
Gittiğimiz restorandaki büyük ağaçlardan birinin önünde, hava kararmadan önce, fotoğraf makineleri son pozlar için açılıyor. Bu arada “Dürüye’nin Güğümleri” dizisinin oyuncularının birkaç gün önce burada yemek yediğini öğreniyoruz.
Ege turumuz burada sona erdi, arkadaşlar. Yolunuz bir gün Muğla'ya düşerse ve anlattığım yerleri beğendiyseniz bu yazım size yol gösterebilir.
Sevgilerimle,
Mert...
muğla bu kadar güzel anlatılabilir.yazdığın her cümleye hayran kaldık Mert.Sizi gezdirmek zaten büyük bir zevkti, birde böyle bir yazı okuyunca daha da mutlu olduk:)artık sayfanın yeni ziyaretçileri de var...
YanıtlaSilNUR
koçum,sayende ben de sizinle gelmiş kadar oldum,rehberliğin için teşekkürler...halil
YanıtlaSilMertciğim yazını okudum. Gerçekten çok akıcı ve sürükleyici. Seni görmeyeli koca adam olmuşsun. Yazdıklarınla da bunu ispatlar niteliktesin. Azim ve çalışma başarıları getirir. Sana başarılar diliyor gözlerinden öpüyorum.
YanıtlaSilNusret Erişti
Mertciğim, gezmek isteyenlere gerçekten rehber olmuşsun, çok beğendim,tek kelime ile harikasın, ilerisi için gelecek vadediyorsun, sen zaten çocukkende çok sıcak, duygulu bir çocuktun,yolun açık olsun üstün başarılar diliyorum çok öptüm.
YanıtlaSilHatice ERİŞTİ
mertcigim yazina daha onceden baslamis ama bitirememistim, cok keyifli olmus gercekten.yazilarinin devamini bekliyoruz..
YanıtlaSilCOK HOS OLMUS BU DA.. :)
YanıtlaSilSayende gezmiş kadar olduk :)
YanıtlaSilçok güzel kardeşim...tatilin hakkını veriyosun yani :)
YanıtlaSil