...ve zamane genci yazmaya başlar.
Create your own banner at mybannermaker.com!

31 Ocak 2012 Salı

İki çizgi roman dizisi için yarıyıl tatili harika bir fırsat!

10 bölümlük çizgi roman serim olan "Gizemli Tavşan"ı dersleri yüzünden okuyamayan öğrenciler, blogumu yeni keşfedenler ya da tekrar okumak isteyenler yarıyıl tatilinde bir solukta okuyup bitirebilirler! create your own banner at mybannermaker.com!

Şimdilik daha iki bölümünü yayımladığım "Kaptan Briand, Lapaci ve Sipaci" çizgi roman dizim de yarıyıl alternatiflerinden bir diğeri...
Create your own banner at mybannermaker.com!

Create your own banner at mybannermaker.com!

30 Ocak 2012 Pazartesi

ESRARENGİZ ÖLÜMLERE DAİR...

Tabii ben bu yazıyı blogumda sizlerle paylaştıktan sonra ölüp gidersem eğer, "BLOGUNDA ESRARENGİZ ÖLÜMLERE DUYDUĞU İLGİYİ AÇIKLADI, İNTİHAR EDEREK BU DUYGUYU SONUNDA TATTI!" biçiminde benimle hiç de alakası olmayan gazate manşetlerine çıkarmayın beni, vallahi mezarımda ters dönerim!

Esrarengiz ölümleri seviyorum. Arkasıda öldüğü yaştan çok soru işareti bırakarak gidenleri... Tabii ben bu yazıyı blogumda sizlerle paylaştıktan sonra ölüp gidersem eğer, "BLOGUNDA ESRARENGİZ ÖLÜMLERE DUYDUĞU İLGİYİ AÇIKLADI, İNTİHAR EDEREK BU DUYGUYU SONUNDA TATTI!" biçiminde benimle hiç de alakası olmayan gazate manşetlerine çıkarmayın beni, vallahi mezarımda ters dönerim! Bu tarz ölümler elbette hiç hoş değil ve çok ama çok yanlış. Ben sadece gizemli-sırlı-üstü kapaklı-detaylarda gizli şeyleri sevdiğim için değişik ölümler de ilgimi çekiyor. Sanırım neyi kastettiğimi örneklerle açıklayarak, bu yazımla birlikte aklınızda beliriveren "Karanlık Mert" imajımı yine bu yazımla yıkmam en doğrusu.

Divan Edebiyatı sanatçılarından Nefi: IV. Murat'ın eniştesi Bayram Paşa'yı hicivlerine konu edince Paşa'nın emriyle öldürülüyor ve cesedi Sarayburnu'ndan denize atılıyor (1635).
Divan Edebiyatı sanatçılarından Nedim: Patrona Halil İsyanı sırasında sarayın bir damından ötekine atlarken düşüp öldüğü söyleniyor (1730).
Tanzimat Dönemi'nde eser verenlerden Sadullah Paşa: Viyana elçiliğindeyken hamam odasında hava gazı borusunu ağzına sokarak intihar ettiği söyleniyor (1891).

Bunlar tarihteki "tozlu" ve bir o kadar da trajik ölümlerden bazıları... Günümüze daha da yaklaşırsak, örneğin Marilyn Monroe'nun ölümü de soru işaretleriyle doludur ne yazık ki...
İyi uykular...

Not. Tabii uyuyabilirseniz: Nihahahahohuhihahahuhüüü!
Not 2: Daha esrarengiz bir etki bıraksın diye bu yazımı paylaşmak için geceyi bekledim.

İlk defa birisine dinlettiğim şarkımın sözleri huzurlarınızda

SENİ DE ADAM SANDIM

Senin o dalgalı aşk nehirinde,
Akıntıya kürek çekmişim meğer.
Elbet olacaktı bir taraf yenen,
Çıktım yola, dedim: "Belki de değer."


Ama değmedi, senden ağzım yandı,
Yürek yangının ortasında kaldı.
Birdenbire aklım da, kalbim de çatallandı.
Sen neymişsin meğersem ağzım apaçık kaldı.


Bir sahte aşk dramının daha sonunda perdeleri yakın.
Hiç alkış almadı, beklenti farklıydı, seyirciler ne şaşkın.
Bak gördün mü işte, ağlayan tarafta yine ben varım.
Boşluğuma denk geldin herhalde, seni de adam sandım.


Not: İlk defa bu şarkımı cesaretimi toplayarak iyi müzikten anlayan (yan flüt, piyano gibi enstrümanlarda harikalar yaratan) birine dinlettim, bestesi ve sözleri çok hoşuna gitti. Bunu yazdığımı görmese daha iyi olacak ama. Neyse işte diyeceğim o ki bu şarkımın/şiirimin yeri bende bir başka bundan böyle... Açılışı yaptım, gerisi de gelir inşallah.
Not 2: Bu şiirimi Dil ve Anlatım dersinde sizin de deyimleri fark etmiş olacağınız gibi öğretmenin verdiği birkaç deyimi kullanma etkinliğinde yazdım. Bestesini de akşam eve gelince yaptım.

26 Ocak 2012 Perşembe

Bende Bi' Aşk Var!


Bildiğiniz -ya da şu anda öğrendiğiniz- gibi blogumda müzik, kitap ve sinema dünyasına ilişkin yorumlarımı da paylaşıyorum. Müzik albümlerine yaptığım yorumlar genellikle enine boyuna oluyor, ama bu sefer yazımı bu kadar uzun tutmadan Göksel'in "Bende Bi' Aşk Var"ıyla ilgili belli fikirlerimi söyleyeceğim.
-Göksel'in nostalji albümleri gayet güzeldi. İki adet bu tarzda albüm yaptıktan sonra şahsen üçüncüsünü de bekliyordum. Ama kendi şarkılarından oluşan bu albümü çıkardı. Nostalji boşluğunu Pınar Aylin'in "Hit 70'ler"i doldurdu. O da ayrı bir yazıyı hak ediyor ya!
-"Acıyor" güzel, ama fazla bunalımlı olduğu için albümdeki favori slow parçam "Yalnız Kuş", albümdeki en sevdiğim parçaysa "Uzaktan". Gerçekten beğendim. Diğer şarkıları öyle çok sevemedim ne yazık ki. Sığ, gelip geçici şarkılar gibi geldiler bana, ama ilk izlenimlerim bunlar, zamanla alışıyor kulak. Göksel bir daha "Bi' Seni Konuşurum", "Yarabbi Şükür", "Günün Birinde" veya "Arka Bahçemde" tarzında şarkılar yapmayacak mı? Bu yeni albüm, önceden yaptığı nostalji albümlerinden hayli izler taşıyor. Kendi de zaten o nostalji albümlerinin Avrupa versiyonu olduğunu söylüyor röportajlarında.
-Albüm coverindeki tereddütlü, çekingen kadın fotoğrafı harika. Elinde telefon varken bakışları bizim göremediğimiz birine odaklanmış. Hatta onun gölgesi de olabilirdi kapıda? Ama böyle muhteşem. Yine 70'ler-80'ler yaptığı saçları da.


Not 1: Bazı pop şarkıcıları zaman zaman rock, arabesk, nostalji albümleri yapsa da "Bundan sonra kesinlikle bu yolda olacağım" diye dikiş tutturabileni henüz görmedim. Gören var mı? (Ama farklı lezzetler olarak daha fazla kitleye ulaşmak için iyi bir taktik tabii ki yaptıkları. Fena da olmuyor hani.)
Not 2: Sibel Can'ın "Suistimal" şarkısının, "Telaşlı halinden / Kurt düştü aklıma / Garanti başka bir el / Dolaştı saçlarında" kısmını duyunca direkt olarak dedim ki: "Bu şarkı Gülşen imzalıdır!" Sonra bir araştırdım baktım ki sahiden de söz-müzik Gülşen. Nasıl bir "Gülşenci"ysem artık... :) Gülşen ne zaman yeni albüm yapıp kulaklarımızın pasını silecek acaba? Bahara kadar dayanabilirim, daha fazla dayanamam... Şöyle 15-20 şarkılık olsa... ...
Not 3: Betül Demir'in "İlaç" ve "Yola Devam" adlı şarkıları henüz video klipleri çekilmediği için dillerde değil. Bu nedenle "Mıknatıs" albümündeki favorilerim arasındalar şu sıra.

24 Ocak 2012 Salı

Peki ya kışın?




Marmaris ve diğer pek çok tatil beldesinin yazın nasıl olduğunu sayısız televizyon programı, gazete, dergi, kitap (yani basın) bizlere göstermiştir. Hatta ben de blogumdaki gezi yazılarım arasında bu tarzda gezilere de, mesela Marmaris'in yazın nasıl olduğuna da yer verdim. Ama bu tatil beldelerinin kış yüzünü hiçbir basın organı (belki şimdiye kadar bir elin parmağı kadar kişi bu konuya değinmiştir) işlemez, oraların yerli halkı dışında bilen de pek yoktur. Ben de bu eksiği kapatmak için Marmaris'i bir de kışın ziyaret ettim ve ortaya güzel kareler çıktı. Ama görmek için biraz daha beklemek zorundasınız. Yeni gezi dosyam çok yakında huzurlarınızda olacak. Çok çok az kaldı! :)

Kimi kime benzetiyorum?

Belçim Bilgin'i...

...Ekin Türkmen'e...

Aslıhan Güner'i...

...genel görünüşüyle Tuba Büyüküstün'e...

...bazı karelerde de Berrak Tüzünataç'a...


Halil Sezai'yi...
...bakışlarıyla ve yüz hatlarıyla Kenan Doğulu'ya...

...uçuşan saçlarıyla da Orçun'a...


Son klibi "Mıknatıs"ta saçlarını sarıya boyatan Betül Demir'i...

...diğer bir saçı sarı boyalı olan Niran Ünsal'a benzetiyorum son günlerde, basında yer aldıkları fotoğraflarda...

Bu benzetmeler benim kendi fikirlerimdi... Çoğunuz hak vermeyebilirsiniz, zaten aşırı derecede benzemedikleri kesin... Ama ilk benzetmemde Bilgin'le Türkmen sahiden de çok benzemiyor mu? Araştırırsanız çok daha benzedikleri fotoğraflar da çıkacaktır karşınıza... Ve Güner'le Büyüküstün de çok benziyorlar bence... Bir dönem aynı dizide rol almaları oldukça ironik (bir o kadar da sevimli) bir durum, sizce de öyle değil mi? :)
Sevgilerimle...

20 Ocak 2012 Cuma

1. dönemin sonu!

Biz öğrenciler bir öğrenim döneminin daha sonuna geldik. Sahiden de çok yorulmuşum, onu anladım bugün. Takdir ve onur belgelerimle birlikte bir sürprizim daha var size: Bu yıl da okul 1.si oldum. Mutlu bir yorgunluk çöktü üstüme (Çok ukalaca geldiyse eğer bu cümlelerim kulaklarınıza, gerçekten niyetim ukala olmak değildi; tüm bunlar her şeyimi paylaşma isteğimden doğan sonuçlar!). Herkese başarılar ve iyi tatiller diliyorum ama ben tatil moduna giremedim henüz. Bu hissin üstümde kalmasından korkuyorum! Neyse; blogum okul dönemimde olduğu gibi tatil dönemimde de "en güncellenen blog"lardan biri olarak çalışmaya devam edecek. Sevgilerimle...

Mert!

16 Ocak 2012 Pazartesi

Köşe yazarları & Bloggerlar





-Köşe yazarları okuruna, seçtiği sözcüklerle seslenmeyi tercih ederken veya yazacağı alanın sınırlılığından dolayı tercih etmek zorunda kalırken, bloggerlar paylaştıkları çok sayıda fotoğrafla da kendilerini iyice tanıtmak ister.
-Köşe yazarları illa da karşımıza çıkacaklarsa takım elbiseli resimleriyle çıkarlar. Bloggerları pijamalıyken de görebilirsiniz.
-Köşe yazarları resmi takılır. Bloggerlar sınır tanımaz.
-Köşe yazarları en güzel konumlarındadır. Bloggerlar bir gün gelince köşe yazarları olacaklarının hayallarini kurar.
-Köşe yazarlarının tanınma ya da daha çok okunma derdi yoktur. Bloggerlarınsa günlük hayatta kurdukları iki cümlelerinden biri kendi reklamlarıdır.
-Köşe yazarları "yayımlar", bloggerlar "paylaşır".
-Köşe yazarlarının düzenli olarak her gün ya da periyodik aralıklarla yazı yetiştirme sıkıntıları vardır. Bloggerlar öyle değildirler, ne zaman eserse kafalarına, o zaman yazı yazarlar. Ama genellikle köşe yazarlarından daha üretkendirler.
-Köşe yazarları ifadelerini kalemlerinin gücüne bırakırken, bloggerlar ":), :(, :S, :/, ;)" gibi yeni nesil ifadelere sıkça yer verirler.
-Köşe yazarları kendi fotoğraflarının üstünde oynadıklarını belli etmezler, ama bloggerlar "photoshop" yaptıklarını sonuna kadar herkese duyururlar.
-Köşe yazarları yaptıkları işten para kazanır. Bloggerlar garibandır.
-Köşe yazarlığı bir meslektir. Bloggerlıksa bir tercihtir, hobidir. Herkesin harcı da değildir.
-Bir blogun ne kadar takip edildiğini aşağı yukarı bilirsiniz, köşe yazılarının okunma oranıysa sırdır.
-Köşe yazarları öyle her istediklerini yazamazlar. Bloggerlarıysa kimseler tutamaz!
-Köşe yazarlarının arasında çocuk ya da genç sınıfına dahil edebileceğiniz kimseler yoktur, orada kalem oynatanlar belli bir yaşın üstündeki insanlardır. Bloggerlıktaysa gördüğünüz gibi böyle bir sınırlama yoktur.
-Köşe yazarları medyaya yön verir, bloggerlar kendi çaplarında eğlenir.
-Bloggerlar bir gün gelip de kendilerini "tınlamayan" köşe yazarlarına savaş açma planları yaparlar. Köşe yazarlarının böyle bir düşünceleri yoktur.
-Köşe yazarları artisttir, okurlarının mesajlarına çoğu zaman cevap vermezler. Bloggerlar iletişimi sever, görür görmez cevap verirler. Belki de bunu sıkıldıkları zaman "chat" amaçlı yaparlar, kim bilir...
-Köşe yazarları eski bir yazılarıyla ilgili hatırlatma yapacaklarında, "Bakınız: Şu tarihli yazım ve başlığı" diye belirtir. Bloggerlarsa linkini verir, olur biter.
-Köşe yazarları medyanın "ünlü" diye seslendiği isimlerin soyadlarını kullanma gereği duymazlar, hatta bazen okurlarını ve düşmanlarını iyice çatlatmak için, "Kankim X (X=Çok ünlü bir pop star) dün gece bizde kaldı!" der. Bloggerlar da böyle hitap edebilir belki, ama amaçları farklıdır.

Not: Bu yazımı kimseyi iğneleme amacı gütmeden, sadece eğlenmek ve eğlendirmek amacıyla hazırladım. Köşe yazarlarının ve blogger diye isimlendirilen blog yazarlarının bana göre belirgin/genel özelliklerini bu yazımda toparlamak istedim. Kendi adıma söylemek gerekirse ben o bildiğiniz "blogger"lardan biraz farklıyım. Yukarıda bloggerlarla ilgili yazdıklarımdan kaç tanesi benimle örtüşüyor derseniz, bence bir iki tanesi. Ama son söz sizin tabii ki. ":)"

11 Ocak 2012 Çarşamba

Magazin medyasındaki son "falan filan"lara yorumlarım...

Can Bonomo mu, o da ne?


Eurovision'a gidecek olan Can Bonomo'yu tanımayıp başlıkta yazdığım cümleyi söyleyenlerden değilim, ama Bonomo herkes gibi benim için de tam anlamıyla bir sürpriz oldu. Ne yalan söyleyeyim, şarkılarını daha önce hiç dinlememiştim Can Bonomo'nun. Az önce ilk olarak "Meczup"u dinledim, hiç de fena değil; klibi de öyle. Ayrıca bu geçen yıl çıkardığı albümle tanınan genç şarkıcının çok büyük bir hayran kitlesi olduğunu da biliyorum. Hatta Eurovision'da bizi temsil edeceği için daha şimdiden tüm gözlerin ona çevrildiğini ve internette yapılan araştırmaların çoğunda onun aranacağını, daha ne hayran grupları edineceğini, daha pek çok kişinin, "Eurovision'da bizi temsil edecek ya bu, en iyisi müzik listeme ekleyeyim," diyeceğini falan (Ben de şu sıralar Cowon J3'üm için 20-25 sıralık yeni bir albüm listesi hazırlıyordum, hâl böyle olunca bu 'Bonomo' furyasına ben de kapılıp listede onun albümüne de yer vereceğim sanırım)... Neyse, bu liste işi başka bir yazının konusu... Hande Yener, Atiye, Murat Boz mu diye konuşulurken Can Bonomo gibi genç, yeni bir yeteneğin bizi temsil etmesi ve bu şekilde önünün açılması iyi bir şey olmasına rağmen; yıllardır Eurovision (Üff, yazması ne sıkıntılı bir kelimeymiş bu böyle!) isteğini dile getiren Hande Yener'in de farklı tarzıyla nasıl bir performans sergileyeceğini merak ediyordum doğrusu. Lady Gaga tarzı mı olur artık bilemem ama değişik ve yaratıcı şeyler bekliyordum ondan. Bu seneye de olmadı. Seneye artık. Ama Can Bonomo'nun bizi çok güzel bir şekilde temsil edeceğine eminim. Şimdiden başarılar.

Yok Böyle Çelişki!
"Yok Böyle Dans"ta her hafta 'ünlüler'imizin danslarını izledik... 'Dans' sözünü de biraz tereddütlü yazıyorum çünkü kelimenin tam anlamıyla dans mıydı izlediklerimiz derseniz, bence hayır, dansın tiyatro boyutuydu... Müzikal mi dersiniz artık... Hatta bazen kusura bakmayın ama dans izlemedik, resmen tiyatro izledik! Bu açıdan "Yok Böyle Çelişki" diye attım başlığı. Yani yarışma dans yarışması olarak sunuluyor ama sergiledikleri her şey dans sınıfına girmiyor bence. 'Dans figürlerinin de kullanıldığı bir gösteri' demek, bence daha doğru.

Başından beri favorim kibarlığıyla, mütevaziliğiyle ve hem ruhunun hem de fiziğinin güzelliğiyle Almeda'ydı. Ona çok haksızlıklar yapıldı zaman zaman. Ondan daha kötü oynayanlara daha yüksek puanlar verilirken Almeda çok düşük puanlara maruz kaldı. Jüri onun hakkını veremedi belki, ama kaldığı 'son iki'lerde her seferinde en fazla oyu toplayarak elenmeyip halkın gönlünde sağlam bir taht kurduğunu herkese kanıtladı. Onun ilk üçe kadar ilerleyebileceğini bence yapımcılar bile tahmin etmiyordu. Neyse ki Almeda hak ettiği yeri buldu ve final akşamında ilk üçe kaldı, ama üçüncü oldu. İkinci Alp Kırşan değil de Almeda olmalıydı aslında. Birinci de hakkı olarak Özge Ulusoy oldu. Alp Kırşan'ı ikinciliğe getiren dans yeteneği değil, izleyicilere karşı sempatik olması. Bence Alp ilk üç sıralamasında kesinlikle olmamalıydı. Onun yerine Aşkın Nur Yengi olmalıydı, çünkü o da gerçekten çok yetenekliydi, finalden bir hafta önce elenmesi tam bir soğuk duş etkisi yarattı. Geçen sene -yine finalden bir hafta önceydi sanırım- Burcu Esmersoy hiç hesapta yokken nasıl elendiyse, bu sene de aynısı Aşkın'a oldu. Hatta Aşkın ondan çok daha iyiydi bence. Bir "Yok Böyle Dans" sezonunun daha sonuna geldik. Bence -eğer olacaksa- bir sonraki yarışmada jüri üyeleri arasında işin 'terim ve teknik' kısmında jüri koltuğunda oturanlardan çok daha iyi olduğunu düşündüğüm -ki o bunu asla kabul etmeyecek ve blogumda herkese duyurduğum için bana kızacaktır, ama bence kesinlikle öyle- babam da olmalı. :)

Not: Finale renk katan Kenan Doğulu'nun "preppy" tarzına bayıldım. Hele de o güneş gözlüğü şeklindeki metalik papyonu neydi öyle! Nerede satıldığını bilen var mı?

5 Ocak 2012 Perşembe

Marilyn! Marilyn! Marilyn! Marilyn! Ben çok şanslı biriyim!





Babam yine hedefi tam on ikiden vurmayı başardı. Yakın zamanda yayımladığım "İyi ki doğmuş muyum?" başlıklı yazımda yazmıştım anne ve babamın bana hediye olarak her zaman en çok sevdiğimi bildikleri şeyleri aldıklarını ve beni mutluluktan havalara uçurttuklarını. Bu yüzden çok şanslı bir çocuk sayıldığımı. Bu yazımda annemi karıştırmıyorum, babamın hediyesini yazacağım. Yeni yıla girerken bu vesileyle maailecek bizde toplandık. Hediye faslında en son babam elinde büyük bir paketle geldi bana doğru. Zaten (Marka heveslisi olmadığımı bildiğinizi bildiğim için bunu rahatlıkla yazıyorum) poşet D&R'nin olunca hediyeyi görmeden bile mutlu oluyorum, çünkü orada tam da benim sevdiğim şeyler var: Kitap, müzik ve film!

Poşetin içindeki kutuyu çıkartıyorum ve yırtıyorum: Beyaz bir kutu... "Col", "Maril" harflerini görüyorum. Artan bir hevesle paketi iyice yırtıp hediyemi dışarı çıkartıyorum. Hani bazen birinin size aldığı bir hediyeyi açtığınızda etrafınızda tepkinizi bekleyen suratlara o hediyeyi beğenmeseniz bile, "Çok güzelmiş!" diye yalandan atıverirsiniz ya, bu içinde bulunduğum durumun bununla alakası yok!

Şok içindeyim sadece. İnanamıyorum! Babam bana sahiden de bu hediyeyi mi almış? Yeni yıl hediyesi olarak ancak böyle güzel bir şey armağan edebilirdi bana... "The Marilyn Collection"... Orijinal... Geçenlerde bir konuşma esnasında bana böyle bir şeyin varlığından söz etmişti... Ama üstünde durmamıştı... Orijinal... Marilyn... Benim Marilyn... Tam 11 filmi... Onu keşfetmem için harika bir fırsat!

O gece, geceyarısından sonra "Some Like It Hot" adlı klasik filmi birlikte izliyoruz. Aşk! Marilyn'e aşık oldum! Onu tanımaya iyi bir yerden başladım... Sabahlara kadar tüm DVD setini izlemek, bitirmek istiyorum! Ama o haftaki sınavlara çalışırken pörtlek gözlerimle başımı kitaplara gömmek de istemediğimden mecburen tadını damağımda bırakıyorum...

Diğer akşam "Don't Bother To Knock"... İzlediğim ilk filmdeki eğlenceli, sıcak, bol kahkahalı ortamdan eser yok. Oyunculuğu harika. Bu filmi önce izlediğim filmden daha önce çekmiş meğersem, ama bana çok daha "kadın" gibi geldi. Diğer filmde çok "toy" gibiydi, daha sonra çekmesine rağmen. Daha "genç kız" havalarında, gözüne düşen platin sarısı saçlarıyla sevimli, o saçlarını ellemek, arasında parmaklarını gezdirmek istediğim cilveli bir genç bayan edalarında...

Ne yazık ki o hafta sekiz, dokuz sınavım var... Yani bu haftayı kastediyorum... Yarın da iki tane var... Sonraki hafta da beş tane var... Nihayet bitecekler sonra!

Ben yarın akşama da bir film sıkıştırmak istiyorum.

Sanırım "Niagara".

Şu sınavlar bir bitsin, o zaman hepsini peşer peşer izleyeceğim!

Deli gibi deli gibi!

Ayrıca MM ile ilgili yazılmış olan tüm kitapları toplayıp biyografisini okumak da düşüncelerim arasında.

Belki inanmayacaksınız ama ben onun "ikon" olan yönüyle, "dişi kadın" kısmıyla ilgilenmiyorum.

Onu gerçekten de "insan" olarak tanımak istiyorum.

Benim Marilyn'e kendimi bildim bileli aşırı bir düşkünlüğüm vardı. Onun resimlerinin olduğu yerlerde fotoğraf çektirmem falan...

Neyse, hepsini anlatacağım. Filmlerine bayıldım izlediğim kadarıyla ve sırasıyla teknik yorumlarını da yapacağım.

Ayrıca isterseniz yeni yıla giriş kısmıyla ilgili daha çok şey de yazabilirim.

Benden öyle kolay kaçamazsınız.

Çok içten sevgilerimle,
Mert...